Bir mevzuyu netliğe kavuşturalım, üniversiteler araştırma kurumlarıdır.
Neyi araştırırlar?
Daha iyiyi, daha hoşu.
Kendi uzmanlık alanlarında mevcut olandan daha iyi teknikleri, uygulamaları araştırırlar.
Yani hâlihazırda var olanı beğenmemek, “muhalif olmak” üniversitelerin varlık nedenlerinin başında gelir. Aksi takdirde örneğin mevcut mimariden mutluysak onu sürdürecek meslek okulları açarız olur biter, üniversiteye ne gerek var? Halbuki mimarlık fakültesi daha iyi yapılar tasarlamak içindir.
Birebir formda hukuk fakültesi mevcut hukuku öğrenip daha adil yasalar çıkarmak, daha adil yargılama teknikleri bulmak içindir.
Siyasal bilgiler daha demokratik toplum idaresi bulmak içindir.
Özetle üniversiteler “muhalif” olmak zorundadır.
Fakat bu muhaliflik konusu bizde, tıpkı medyada olduğu üzere idareyle çarpık bir bağlantı içindedir.
Ülke 80 yıl vesayetle yönetilmiş, seçilenler iktidar olmuş fakat muktedir olamamışlardır. Medya da seçilmişlere karşı vesayeti tutarak kendini muhalif-ilerici üzere göstermiştir. Meğer savundukları perde gerisindeki vesayet kurumları, yani gerçek iktidar ve mevcut sistemin şahsen kendisi olmuştur.
Gerçekten üniversite rektörleri de bizim eski vesayet koalisyonunun asli üyeleridir. Sonuna kadar askeri ve yargı vesayetinin yanında yer almış, her darbede darbecileri avuçları patlayana kadar alkışlamış. Darbelerin çabucak sonrasında kendilerine emredilen anayasaları hazırlamışlardır.
27 Mayıs’tan 28 Şubat’a bütün darbelerin yolunu döşemede araçsal olmuşlardır.
Hakikaten 15 Temmuz gerçekleşseydi, darbecilerin elinde darbe sonrası gerekli hukuksal düzenlemeyi yapacak gereğince hâkim ve savcıları vardı.
Artık vesayetin “kayyumları” yerine ülkesi ile barışık rektörlerin atanmasına gösterilen yansılar de işte bu vesayetçi refleksin eseridir. Üniversite girişine başörtülüler için “ikna odaları” kuran rektörlerin hasreti içindedirler. Gelenekten anladıkları utanmadan “ordu göreve” diye cüppelerini savurarak yürüyüş yapan akademisyen bozuntularıdır.
Sokaklara dökülen zavallı çocukların 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de neyin yoluna taş döşediklerini çok iyi gördük. Onun için bize “üniversite geleneğinden” bahsetmesinler. Gelenek darbelere takviye olmaktı, 5. Kol faaliyeti yürütmekti ve bunların vakti geçmiştir.
Boğaziçi Üniversitesi’ne büsbütün yasal yollarla rektör atanmasını protesto edenler yeniden o geleneği aramaktadırlar. Şovları “mesele rektör değil, sen daha anlamadın mı?” noktasına getirmelerine de çeyrek kalmıştır. Lakin artık Türkiye o kadar deneyimsiz değil, kart terörist soytarılar boşuna yer almasın o gösterilerde…
Boğaziçi’nden bir Seyahat soytarılığı çıkarmaya hiç yeltenmesinler. Ha, bu ortada belirtmeden geçemeyeceğim, Gezi’de haftalarca ülkeyi yakıp yıkan ve Başbakanlık ofisine girip bildiri okumaya çalışan haydutların artık ABD’deki muadillerine “demokrasi düşmanı”, “vandal” demeleri tam da onlara yakışacak yaman bir çelişkidir.
Hey gözünü sevdiğimin ülkesi sen ne talihsizsin..
@kalemciler
Ensonhaber