Biliyorsunuz, AB, Türkiye ile 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladığından bu yana her yıl Türkiye ile ilgili bir rapor yayımlar. Aslında raporların öncülleri bizi aday ülke kabul ettikleri 1999 yılına kadar gider de o zamanlar o kadar ilgi çekmiyordu.
Daha sonra “İlerleme Raporu” olarak bilinen bu raporlar üye olduk/olacağız hayallerinin doruk yaptığı 2010’lu yıllarda epey yaygın ilgi görürdü. Entellerimizin bize nasıl da adam olamadığımızı göstermeleri ve parmak sallayıp bizi azarlamaları için somut bir belge oluştururdu. Bugünlerde artık gazetelerin iç sayfalarında yer alıyor. 2020 raporu ise geçen hafta yayınlandı, başta hükümet olmak üzere kimsenin de umurunda olmadı. Dışişleri Bakanlığı “2020 yılı Türkiye Raporu bu sene de AB’nin önyargılı, yapıcılıktan uzak ve çifte standartlı yaklaşımını yansıtmaktadır.” dedi geçti. Kendisi ilerleme raporuna muhtaç kurumdan fazla da bir şey beklememek lazım.
Fakat, birçoğumuzun aksine ben AB sürecini ciddiye alanlardanım. Hayır, bizim adaylık sürecimizi demiyorum. Bence AB’nin vücut bulması yani arka arkaya iki dünya savaşında birbirine giren ve birinde 10, diğerinde 50 milyon insanın ölümüne neden olan Avrupa’nın böyle uluslar üstü bir otorite etrafında toplanması insani açıdan olumlu bir gelişmedir. Ve Brexit ile açığa çıkan başarısızlıkları da sevindirici değil, üzücü bir olaydır. Bu, AB’de aşırılıkçıların yükseldiği anlamına gelmektedir ki bu da ne Avrupa ne de Türkiye için iyi bir haber değildir.
Aslında derdim AB yorumu yapmak değildi.
Ben AB’nin Türkiye ile ilgili ilerleme raporlarını hep ciddiye almışımdır. Hayır, haklı olduklarını veya doğruyu söylediklerini düşündüğümden değil.
İlerleme raporları bize bir ayna tutmayı amaçlamaktadır. Fakat yazık ki bu bizi düzgün yansıtan bir ayna değil, AB’nin prizmasından kırılmış bir aynadır. Ama en azından AB’nin bizi nasıl gördüğünü anlamak açısından esasen AB’nin kendisine bir ayna tutmaktadır. AB’nin bizden ne istediğini anlamak ve hele bir medya mensubu olarak yıl içinde Türkiye’ye karşı yapılan algı operasyonlarının sonuçlarını görmek ve önümüzdeki yıl ne operasyonlar yapılacağını öngörmek isterseniz çok faydalı kaynaklardır raporlar.
Zaten yıl içinde bazı konuları not alırım, “bunu bize raporda hatırlatacaklar” derim ve çoğu da doğru çıkar.
Bu yıl da rapora hızlıca göz gezdirdim. Elbette en önemli kısım giriştir. Orada anlarsınız asıl “fırçaların” nereden geleceğini.
Nitekim daha birinci paragrafa: “Türkiye’nin AB katılım müzakereleri fiili olarak durmuştur, yeni hiçbir fasıl açılmayacak ve kapanmayacaktır…. Çünkü Türk Hükümeti gerekli reformları yapmamıştır, özellikle demokrasi, yasaların üstünlüğü, temel haklar ve yargı bağımsızlığı konusunda kaygılar artmıştır” mealinden bir açıklama ile girilmiş. Tabi PKK ve onun sivil temsilcilerine karşı aldığımız önlemler AB’yi her zaman olduğu gibi kaygılandırmış, zaten dış politikada AB’nin öncelikleriyle giderek daha fazla zıt düşmüşüz. (Ya bizim önceliklerimiz?) Üstelik silahlı kuvvetlerimiz de sondaj ve sismik araştırma gemilerine eşlik ederek, bölge güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturmuş.
Raporda tek “güzel haber” Türkiye’nin 4 milyon civarında mülteciyi AB’nin üstüne salıvermediği, kendilerinin de söz verdikleri 6 milyar Avronun 3.8 milyarını Türkiye’ye verdikleri haberi.
(Bak bak bak, şu Suriyeliler yok mu? Bizim hepsine asgari ücret bağlayıp, sağlık sigortası yaptırmamız ve üniversitelere sınavsız almamız yetmemiş, bir de AB’nin 4 milyar avrosunu yemişler! Vay nankörler vay!)
Tabi benim asıl ilgimi çeken iki konudan biri 10. Fasıl olan “Bilgi Toplumu ve Medya” faslı ve ekonomi ile ilgili değerlendirmeler.
Bilgi Toplumu ve Medya’da da diğer fasıllar gibi ilerleme kaydetmediğimiz gibi aksine gerilemişiz, AB uyum sürecinin gereklerini yapmamışız, editoryal bağımsızlık ve ifade özgürlüğü kalmamış.
Ne zaman editoryal bağımsızlık dense, ismi lazım değil önde gelen bir İngiliz gazetesinin temsilcisi ile Kilis’teki Suriyeli sığınmacı kamplarını gezen bir gazeteci arkadaşın ertesi gün İngiliz’in yazısını görüp şaşırması aklıma gelir. Kamplar oldukça düzgündür ve İngiliz arkadaş bütün gün pek de memnun kaldığını ifade etmiş ama yazısında hükümete ve özellikle zamanın Başbakanına vermiş veriştirmiştir. Arkadaş, “Abi, dün beraber gördük işte, bugün nerden uydurdun bunları?” deyince İngiliz, Başbakanımızı ima ederek “Ben onun hakkında olumlu yazarsam beni gazetede tefe koyarlar” der. (İngiliz dediysem, İngiliz vatandaşı…)
Evet Bilgi toplumu ve medya bölümü bu sene de tatsız ve oldukça da kısa.
Ekonomi bölümüne gelince:
Beni en çok şaşırtan da bu oldu,
Ekonomimiz konusunda AB, bizim AB muhipleri kadar kaygılı değil. Onlar kadar iç karartmadığı gibi, 18 yıldır “toptan battık”çıların söylediklerinin aksine, sağlam, mücadele eden, sorunların üstesinden gelme kapasitesine sahip bir ekonomiden söz ediyor. Elbette kimse pembe bir tablodan söz etmiyor, ama mazoşistlere hatırlatırım, salgın var, dünya battı, dünyanın en gelişmiş ekonomisi ABD’de insanlar her gün biner biner ölüyor.
2012’de Başbakanlık Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı “Sessiz Devrim, Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Rehberi – 2002-2012” başlıklı 250 sayfalık bir doküman yayınlamıştı. İktidarın onuncu yılında artık yeminli muhaliflerin bile durup “yahu iyi şeyler de oluyor galiba” demeye başladığı ve çoğunun büyük bir kırılma yaşadığı yıllardı. Ben tartışmalarda anlatmak istediğim şeyleri burada derli toplu olarak bulduğum için sevindim, ama tabi bir “propaganda belgesi” olma riskini de hep değerlendirdim. Dokümanda “Hayır öyle olmadı” dediğim hiçbir şey çıkmamıştı.
Daha sonra eminim benzer çalışmalar yapılmıştır. Ben güncel olduğu için salgının başladığı günden bu yana yapılanların derli toplu bir envanterini hep merak etmişimdir. Nitekim Cumhurbaşkanlığı “Türkiye’de Koronavirüsle Etkin Mücadele Hep Beraber Başaracağız” başlıklı bir doküman yayınlamış alınan önlemleri gün gün anlatmış. Tabi hepimizin ilgisini çeken 18 Mart’ta açıklanan 100 milyar liralık ‘Ekonomik İstikrar Kalkanı’ Destek Paketi. Paket Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 30.03.2020 tarihinde “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” sloganıyla başlattığı milli dayanışma kampanyasının Devlet yüzüdür. Elbette paketin sorumlu icracısı Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak’tır.
Paketin uygulama sürecinin ortasındayız, temennim orada yazılanların gerçekleştiğini görmek. Bu salgın belasından sonra bir kez daha okuyacağım. Dileğim yine “Hayır, öyle olmadı” diyeceğim hiçbir şey olmaması…
Bu arada ekonomi için kapkara bir tablo çizmeye çalışanlara hatırlatmak istediğim bazı şeyler var:
Birincisi farkındaysanız salgın nedeni ile bütün dünya “battı”. ABD’de insanlar her gün biner biner öldü geçtiğimiz 4-5 ay boyunca. İşsizlik %30’a fırladı. Bir de yaklaşan ABD seçimlerinde demokratların ortalığı tozu dumana katmak için hem kasten zenci öldürtmeleri hem de “siyahilerin hayatı önemlidir” gibi bir iki yüzlülüğe sığınarak sokakları savaş meydanına çevirmeleri sadece ABD’yi değil tüm dünya piyasalarını etkiledi, seçime kadar da vazgeçecek gibi görünmüyorlar. Ama basına bakarsanız “Türkiye battı, turist de gelmedi…” Aylardır yerli yabancı basında konu bu. Oysa Fransa, İtalya, İspanya ve hele Yunanistan bizden çok daha fazla muhtaç turizme. Milli gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturuyor turizm.
İkincisi, biz artık izole ve sistem dışı bir ülke değiliz, bitirdiğimiz kadar sürdürdüğümüz pek çok büyük proje var, bu da elbette uluslararası iş birliği ile oluyor. Hazineden para çıkmaması için uluslararası şirketlere kardan ortaklık teklif etmek ABD ve AB’nin yarım asırdan fazla kullandığı bir yöntem. Dolayısı ile oturduğumuz sofra kurtlar sofrası, zaten en iyi günlerde bile birbirlerinin kuyusunu kazan gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere iyi davranmasını beklemiyorsunuz herhalde, özellikle de kendi başları dertte iken.
Ama ayakta kalmak zorundayız ve tüm zorluklara rağmen yatırımlardan ödün vermeyen, çarkları durdurmayan bir Hazine ve Maliye Bakanımız var. Dinamik ve ihtiyaçlarımıza uygun olarak yapılması gereken ne var ise onu uygulamakta asla tereddüt etmiyor Berat Albayrak. Klişe eleştirilere aldırış etmeden kafasını tekmeye uzatmaktan çekinmiyor tabir yerindeyse. Gerçi pek çok “memur kısmına” sorarsan “Para mı önemli, insan hayatı mı? Salgın geçinceye kadar herkes evde otursun, hazine herkesi beslesin”. Tabi, memurlar alınmasın ama onlara göre hava hoş, evde otursalar da maaşları tıkır tıkır yatıyor. Ya bir hafta kepenk açamadığında aç kalacak küçük esnaf ne olacak? Direksiyona geçemezse aç kalacak taksi şoförü ne olacak? Onlar bilmiyorlar mı canlarının kıymetini? E, devlet onlara baksın… İyi de bütün ekonomik faaliyetleri durdurursanız devlet hangi gelirle onlara bakacak?
Ben size söyleyeyim, 2001’deki gibi bir yönetim olsaydı çoktan bankaları boşaltıp kaçmışlardı.
Son olarak AB’nin raporuna yeniden dönecek olursak, rapor işleyen bir piyasa ekonomisinin devamı için şu 4 tavsiye ile bitiyor:
1) Büyümeyi destekleyici kamu harcamalarını artırın, bütçe şeffaflığını geliştirin ve orta vadede tek seferlik ve geçici önlemlerin kullanımını azaltmak için bir çıkış stratejisi hazırlayın;
2) Fiyat istikrarını sağlayacak, enflasyon beklentilerini sabitleyecek ve liraya olan güveni artıracak para politikaları yürütün;
3) İş dünyasını daha da güçlendirin, fiyat belirlemede devlet müdahalesini azaltın, devlet yardımlarının şeffaflığını ve kontrolünü geliştirin;
4) İşgücü piyasasının esnekliğini artırın ve aktif işgücü piyasası politikalarını hızlandırın.
İşte “büyük acil durum” bu…
Ha, tabi bir de kahvelerde her oyundan sonra yeni bir deste dağıtın…
@kalemciler
Ensonhaber